4 Aralık 2013 Çarşamba

İyi ki DOĞDUM!

Eveettt 30 oldummmm.. (Anneme göre 29)  
Ve bu yaşıma kadar öylesine dolu, öylesine aklıma geldiğince, içime doğduğunca yaşadım ki, ne hissettiysem ne düşündüysem hep arkasında durdum. (öyle yapmaya da devam edicem bu bazılarını sinir etsede  ) 
Bazen agresifliğimin ve belki de bunca deliliğimin arkasında da hep TUTKUM vardı. Yaşama dair tutkum. 
Agresiflik dedim de, aslında geçimsiz bir asi olmayacak kadar uzlaşılabilir, her şeye eyvallah diyen bir ezik olmayacak kadar da bağımsız bir kadınım sadece.. Çok ta memnunum halimden.. 

Vee yine beni inanılmaz mutlu ettiniz, sürprizler yaptınız. 
Kareoke yapalım derken resmen böğürmekten boğazlarım şiş şu an :) 
Ayrıca pasta, çikolata derken tatlı krizine girmem an meselesi :)
(Senelerdir en az 3 pasta kesiyorum  bir de sürpriz yumurtam var.. )
Hatta, "Sabah sabah başımda annem ve teyzem, teyzemin elinde bir pasta arka fonda bangır bangır iyi ki doğdun şarkısı" bu günde böyle bir sürprizle uyandım.. 4. pastamı da kestim hayırlısıyla..
Nasıl da ŞANSLIYIM! Nazar değmesin... 

Kesinlikle varlıklarını ödüllendirmek istediğim bir sürü insan var 
Öncelikle, hayatımda ölesiye değer verdiğim AİLEM!, Tabi ki ailemin bir parçası olan ama özel olarak anılması gereken bitanecik oğluşum kedim GARFİTİM!, 

Asla değişmek istemediğim bana olan sevgilerini sürekli sınadığım halde hep yanımda olan DOSTLARIM, 
Sonraaa bir şekilde varoluş süreçlerine dahil olduğum hayatlar, anılar, yaşanmışlıklar..

Emin olun hepinizi dolu dolu, hakkını vererek 
SEVDİM, SEVİYORUM, SEVECEĞİM..
O yüzden İyi ki varsınız, VAR OLUN! İyi ki varım, iyi ki DOĞMUŞUM 

29 Kasım 2013 Cuma

MUTLULUK Reçetesi :) Belki de Biraz Hayal Gücü Gerek :*

Amaaaannnn yarabbimmm!!! Ne kadar uzun zaman olmuş ben buraya çizıktırmayalı...
Nasıl rahata bağlamış ve herşeyi boşvermişim..
Yetişkin gibi davranırken yakalanmış bir okul çocuğu gibiyim şu an çaktırmayın.. :)

Efenimmm hepsi bu hormonların suçu!!
Yok yok medeni halimde ve biyolojik durumumda bir değişiklik yok.
Fakat benim her bir sinir hücrem gibi hormonlarımda gel gitli işte naparsınız okurcanlar..
Ama bu hormonların derdi ne anlamıyorum. Kafamda deli sorular :/
Zaten son zamanlarda her şey çığrından çıkmış gibi..
Kalbimin dibindeki bütün yosunlar mı sahile vurur be arkadaş? "Tek tek gelseniz ya" modundundan çıkamıyorum nicedir.
Hayır neden bu kadar hüngür sümük mutsuz olduğuma anlam verebilmiş de değilim...
Fakat tabi ki mutlulukla ilgili bir reçetem vaaaaar :)

Meselaaaa...
Mutluluğun 5. aşamasında yaratıcılık vardır = Bir hayat değiştirmek.
6. aşama mutluluk hapları = ÇAY, çikolata, alkol, aşk vb. diyebiliriz.
Ve 7. aşama bazı kendini bilmez sinsi pisliklerin ( ki bence onlar gayet kendilerini biliyorlar ) hayatımdan çıkıp gitmeleri = Hadsiz, edepsiz insanların hadlerini bilmeleri..
Ki buda bizi gene dooooğru 5. aşamaya geri götürüyor. ;)
Heee İlk 4 aşama nerde mi?
Valla ilk 4 aşamayı sizin hayal gücünüze bırakayım dedim :)
Ahhh lütfen söylemeyin beni tahmin etmenin dayanılmaz zevkinden mahrum etmeyin..
Şaka be şaka, söyleyin, bekliyorum. Yorumlarınızda ilk 4 aşama ile ilgili tahminleri görelimmm bakalııımmmm
Öperim okurcanlar..
Fitfitella Returned to Back :)

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Tribine Bandım Canısı... ;)


Yahu şu insanoğlu ne karışık, ne komplike varlık. Nereden geldiği belli değil, nereye gideceği muamma..
Arafta bi haller ahh ahh.. Kendimi bildim bileli, düzenli olarak tribe giren insan ordusu var etrafımda.. Doğru duydunuz. Biri olmasa öteki, öteki olmazsa beriki, bir şekilde sürekli tribe giren tipler. (Ama bende bu tipleri kendime çekiyorum yani.) İlişkinin konumuna göre de "neye" tribe girdiklerini az/çok biliyorum. Hep hazırlıklı ve anlayışlı olması gereken yine ben olduğumdan "bilindik x tribi", "beklenilen y tribi" şeklindeki adlandırmalarla tespitimi yapıp, yavaş yavaş durumu düzeltip durumu rayına sokuyorum.. yani öyle yapıyordum! ?
Hayır, çok yakınında olan insanları anlıyor insan. Bir şekilde ilgi, sevgi, beğenilme, eğlendirilme, istediğinin gerçekleştirilmesi vs. vs. duyguları zamanında fazlasıyla aşılandığı için sürekli bir beklenti içerisinde olduğundan yapıyordur belki, belki de hayat kolaylaştıkça artan zorlaştırma içgüdüsünden deyip çekiyorsun bir şekilde (el mahkum, kendin ettin.) ama, dış kapının mandalı, 3. tekil şahıstan bile uzak bir şahsiyetin gereksiz tribini anlamamı ve çekmemi kimse beklemesin benden.. Yahu, sırf iki çift laf etmişiz, aynı ortamda gerekli zorunluluklardan dolayı bulunmuşuz diye, bu demek değildir ki biz arkadaşız yada sen bunu bana trip yada atar yaparak kullanabilesin. Orda duracaksın ey insanoğlu/kızı. He eğer ben hala susuyorsam efendilik sınırında, bu senin tribine katlandığımdan değil, kesinlikle terbiyemdendir.
Anlamıyor değilim, sizi de anlıyorum. Gerçek hayatta başrole çıkmak kolay değil, mecburen esas kız/oğlan olmak için bi film çevirmek zorunda kalıyorsunuz. Ama bana BULAŞMAYIN! Yanlış kişiyim canısı. (bu konularda kadınlar dansözse.. erkekler dört kol çengi.. hemde kadınlardan daha kıvrak...)

Eveettt size manşetten bir haber veriyorum sevgili 3. şahıslar; artık manasız triplerinizi, saçmasonik tavırlarınızı çekmiyorum. (Bende kredisi bol olanlar hariç, ama yinede bokunu çıkarmayın canımss :]) Çünkü; bende artık sizler gibi tribal enfeksiyona yakalandım. Daha kötü haber ise, tedavi sürecim biraz uzun sürecekmiş :) Veee bir flash haber daha; Düzenli sorun yaratıyorum bundan sonra efenim, ayrıca atarda dünya markası olduğumdan atarlancak bir sebep bulurum heralde.. Bundan sonra benimle olan ilişkiniz durmadan ayrılıp barışan manyak çiftelerden farksız olmayacak. Ya bu deveyi güdersiniz yada bu diyardan gidersiniz!! hahahhaa :D (Söz meclisten dışarı :])
Hava sıcak siz serin kalın kuzukelebeklerim :*



9 Mayıs 2013 Perşembe

Her Eve Bir Fitçiki Şart :)


 
Efenimmm "Fitçiki de kim/ne?" diye soracak olursanız, 
Fitçiki şu yanda gördüğünüz enteresan sevimli KEDİ.
Evet yanlış duymadınız, benim harika ötesi, ascıcıkk şişkomsu deli manyağı, sarman oğluşumun isimleri arasında son geldiği durum budur :) Asıl ismi Garfiti Rıfkı, fekat benim herkese uygulamış olduğum, ruh halime göre bir süre devam eden isim yakıştırmalarımdan (lakap) bu kedicik te nasibini aldı tabi ki.. Önce Fitfiti idi. (hatta benim Fitfitella ismimde buradan türedi.) Çünküsü benim oğluşum biraz hormonları fazla bir kedicik, kısırlaştırılmasına rağmen hala dişi kedi peşinde fitfit arayışında olduğundan "Fitfitçi Kedi Fitfiti" dedim, sonra bu "Fitçiki"ye dönüştü (sonrası muallak) :)

Neyse efenim tabi kedi haliyle bir kimlik bunalımına girdi. Şu anda pist dersin kaçmaz. Pisi pisi dersin bakmaz, gelmez durumda. Fitfiti fitfiti deyince bakar filan normal bir kedi değil anlıyacağınız (tıpkı bana benziyor kerata:]) Ama benim onda en sevdiğim özelliği de bu normal olmayan halleri.. Aslında tüm kediler biraz garip, başıboş, umursamaz, beklediğini vermeyen, hatta beklediğinden utandıran yaratıklar ama sanki bizimkinin extra gariplikleri mevcut gibi geliyor bana..
Örneğin, hafta sonları Gümüldür'e yazlığa gidiyoruz, tamamen yazlığa geçmeden de onu almıyoruz haliyle. Bütün haftasonu evde kaldığı için bizimki bir deliriyor, bir manyaklaşıyor sanarsın bu bizim sahibimiz. Eve döndüğümüzde bir yanda özlem dolu ama bir yandan da "bütün gün sizi bekledim nerede kaldınız geri zekalılar!" bakışları fırlatıyor. Sonra sevgi gösterileri yere yatıp şebekliklerine başlıyor onu sevemeden kapıdan salona geçiş yok! Hadi sevdin yeter mi? Yetmez! Mırnav mırnav peşinde. Amaç tuvaletimi temizle. sanki bütün hafta sonu evi yemiş gibi sıçıyor piç kurusu. (Yapcak bişi yok yiyiyor, sıçıyor adam) Mecbur temizliyoruz, temiz kum koyuyoruz öyle susuyor. Yemi tazeleniyor azcık mamadan tırtıklıyor, ee kendini de sevdirdi senle işi bitti tabi hemen uykuya... peki nerde uyumalı? 
Tabiki pc'mi koyduğum yerde.. Bir kere benim küçük oğluşumun, küçük pc'mle eve geldiği günden beri bir alıp veremediği var. (Nedenini çözemedim) nereye koysam onu itekleyip oraya yatıyor Fitçiki bey. Ayrıca tam uykuya da dalmıyor, klavye ile bir şeyler yazmaya başladın mı oradan bir pati, hemen bir pançik eline hadi bakalım oyun zamanıııı :) "bu evin efendisi benim" der gibi efe efe yürürken, ortada bir poşet gördü mü içine giriyor. Mesela ben evde koşturan poşetler görünce hiç korkmuyorum. Çünkü Fitçiki var :) Poşet yoksa ortalarda mutlaka folyolardan yaptığımız küçük toplarından birini buluyor (evin her yerinde bi tane vardır) patileriyle sürüklemece oynuyor, evin bir ucundan bir ucuna at gibi koşturuyor (şaklabanlıkta dünya markası) Tam yatmak üzereyim, gözümden uyku akıyor ve işteee Fitçiki paşanın amaçsız istek saati... Tam 3 saat daha beni ayakta dikebilme potansiyeline sahip bir kedidir kendisi. Saklambaç oynamak isteyebilir mesela, çok zevklidir ama hep o saklanır :D Tv seyrediyorsak onun tepesine tüneyebilir, patisini sarkıtır. "Benle ilgilenmezsen kafanı gözünü kırarım" miyavlamasını da peşin sıra gönderiverir. Bu arada tam bu vakitlerde balkon sefası yapıyor beyimiz. Balkon demirlerinden aşağılara bakınıyor kedileri aşağıya topluyor filan.. Bazen de kafasını iyice uzatıp aşağılara bakıyor koca kafa. hiç mi başı dönmüyor? düşüvercek diye ödüm patlıyor. İki parmak balkon demirine değil sanki salon salomanj yerde paşamm o kadar da rahat. Yaşı ilerledikçe dünyanın, kainatın sırlarına vakıf olduğunu filan düşünmeye başladım. Pek bilmiş tavırlarda. Kavga kıyamet içeri aldıysan tamam. Yatınca da en geniş yere ve yatağın en orta göbeğine yattığı için böyle diken üstünde uyuyoruz tabii.. Birde ışıktan hiç haz etmiyor haşmetmah (göz bandı yapıciz ona) uyurken ışıktan rahatsız olup patisiyle yüzünü kapatıyor, mecbur örtüyorsun üstünü hemen örtünün altına kaçıyor :)
Bütün günler 3 senedir böyle geçip gidiyor işte.

Buraya kadar okuduklarınız ile bir kedi ile yaşamaktan vazgeçmiş olabilirsiniz.. Amaaaaa aslında herşey göründüğü kadar yorucu değil kuzukelebekleri..
Bir kere benim oğluşumda, diğer tüm kediler gibi çok güçlü bir ANTİDEPRESAN. Kediler siz onları sevdikçe mayışır, mayıştıkça sevme isteği uyandırırlar. Hayatta ki tüm dertlerinizi onların yanında unutabilirsiniz. Tüm negetif enerjinizi, o koskocaman gözleriyle baktıklarında silip götürme potansiyeline sahiptirler. Sinirli, hüzünlü, gergin olduğunuz anları hep bilirler, sezgileri çok kuvvetlidir. Televizyon izleyip, müzik dinlerler, hatta şarkı söylemeye çalışırlar sizinle konuşmaya da çalışırlar. Tam o halleri inanılmaz sevimlidir. Genellikle hijyen ortamlarda dolaşmayı sever devamlı kendi kendilerini temizlerler, doğuştan tuvalet terbiyesi almışlardır. Lazerle duvarda yaptığınız ışıkları yakalamaya çalışma çabaları ayrı bir komedidir, kahkahalara boğulursunuz. Koskocaman yataklar, ferah, geniş, rahat mı rahat yerler dururken sıkış tepiş yerlerde fosur fosur uyurlar. Yatağa sizden önce girip ısıtırlar ama en geniş yeri onlar kaplar. Vee uyku onlara öyle bir yakışır ki; uykusu saklanıp daha sonra izlenebilecek kadar mükemmel varlıklardır.

Bence diğer kediler de Garfiti kedisi gibi bu kainatın en mükemmel ve en enteresan yaratıkları.. Garfiti kedisi, "Bir canlıdan sorumlu olmak" duygusunu bana aşılayan yegane varlık. Onunlayken hayatımda heyecan hiç bitmiyor. Kapağı olmayan kocaman bir akvaryumun içinde yaşayan iki balığımla benim odamda birlikte yaşayabilen ve yemeye yeltenmeyen zeka küpüm o benim, ıslak mama yedikten sonraki yalanışı, sinirlenince durup kafa tutuşu, uyurken suratının aldığı o hal, patilerini yalayışı, upuzun bıyıkları, kocaman kafası, peşimden koşuşu, her şeyi harika oğluşumun.. Ailemden bir parça gibi, çocuğum gibi "bir gün onu kaybedersem nasıl dayanırım"ı düşünmek bile tüylerimi ürpertiyor. Evimizin göz bebeği, oğluşum, dert ortağım, antidepresanım, psikoloğum, can yoldaşım, hem oyun hem yatak arkadaşım, en güçlü motivasyon kaynağım, ilham perim, kısacası HERBİŞEYİM!! Fitçikim.. 
Her işin sonunda, her sokağa çıkış ve programın bitiminde tek sevindiğim an eve dönüş yolu... 
Çünkü evde beni koskocaman gözlerle bekleyen bir KEDİM var.
Sizce de her eve bir Fitçiki lazım değil mi?

2 Mayıs 2013 Perşembe

Önemli olanı bildin mi? "Gerisi heeepp oyun havası" *-*


Düğün sezonu açıldı.. Birbiri ardına eş, dost, akraba düğünleri kapıdadır kuzukelebeklerim..
Benim de çok yakın iki arkadaşımın düğünü yaklaştıkça "ne giycem? saçım nasıl olcak?" Bir tarafta nedimeyim, "harika olmam lazım" derdi almış başını gidiyorken ve tam bunlarla ilgili kafamda seneryolar oluşturuyorken, birden bire "acaba düğünde arkadaşlar piste çağrıldığında hangi şarkıda oynamalıyız" düşüncesi geliverdi aklıma... (Ahahahha gerçekten çok egzantrik bir beyin yapım olduğunu kabul ediyorum..)

Şimdi bir kere ben, eğer düğün sahibi yakın akraba, arkadaş falan filansa pistten aşağı inmeyen güruhtanım.. Bildiğin içimden oryantal, halay başı felan çıkar benim. Yeni yeni oynama stilleri bile yaratmışlığım vardır. Hatta "herkes bacağını istediği yöne atsın hacıııı" şeklinde, halay koreografisine liberal yaklaşımlarım da mevcuttur :) Ayrıca o nasıl kendinden geçmedir arkadaş. farklı bir şeye dönüşüyorum ben piste çıkınca yahu :)

Benim gibi olanlar her düğünde mevcuttur, bizler tüm düğünlerin aranılan kişisiyizdir, eğlenceyi ateşler ortama renk katarız.. (ayrıca en büyük faktör pisti doldururuz :])
Bir de bizim tam tersi gurubumuz vardır ki, her düğünde köşe minderi gibi oturup geri giderler. (Hayır belki gerçekten star ışığı yok, benim ki gibi :])
Tabi ki bunun bir çok nedeni olabilir. Örneğin, her zaman yeteri kadar kadınsal kıvraklığa sahip olamadıklarından ötürü kişiler bu dezavantajı bildiklerinden piste çıkıp, estetikten uzak, yalı kazığı gibi ortada durmak istemezler. (kesinlikle haklı bir sebeptir) Bir de gerçekten oynamak istemediklerinden çıkmayanlar vardır piste. Ya da nazlandıklarından kalkıp oynamayanlar..
Veeee her düğünün olmazsa olmazları, "zorla oymaya kaldırıcılar" vardır.. (benimde çoğu zaman aralarına katıldığım bir gruptur çok fazla diretmeyen cinsinden) Bu grubun olmadığı düğün yoktur. Özellikle kadroları vardır ve görevlerini başarıyla yerine getirdikleri takdirde ekstra primler almaktadırlar. (Alkış bazında efenimmm, lütfen yanlış anlaşılmasın :]]) "ben oynuyorum ya da biz oynuyoruz sen nasıl olur da oynamazsın? nasıl olur da standarttan saparsın?" tarzında ki düşünceleriyle önce kaş göz işareti ile taciz etmeye başlarlar "kalksana yavrucuğuummm".. Olmadı üşenmeden gelir kolunuzu koparırcasına çekiştirmek suretiyle sizi pistin ortasına atıverirler. Ezberlenmiş laflarından biri de "biz biliyoruz da mı oynuyoruz" dur. Sonrasında "bu düğünde oynamıcan da hangi düğünde oynucan?" devamında da "iki sallanıcan olacak bitecek." gelir.. Bu gruba direnmek pek iyi sonuç getirmez..

Bir de halay başı çekenler vardır, (ahanda işte ben o gruptanım :) sahnede ki assolist edasıyla poza girer, alır mendilini eline onun vermiş olduğu güç ile artık tek başına bile çekebilir halayı, öyle istemem yan cebime koycu nazlı bebeklerle uğraşmaz, kimseye muhtaç değildir. hey yawrum heeyyy :))
Bu arada, düğünün sonlarına doğru ilk başlarda nazlandığı için piste çıkmayan kızlarımızın artık o kızlarımız olmadığı çok görülmüştür. "Aaaa ölümü gör kalkmazsan, erkek tarafıyız ayooool" diye zorla oynamaya kaldırılan nazlı kişilik, boyun hafif bükük, yüzde "offf ağır bir insanım ben aslında, adettendir diye oynuyorum" ifadesi... Önce eller minik minik kaldırılarak oynamaya başlar. Bir süre sonra etraftakilere bakıp, ahbaplardan, akrabalardan da alkışlarla destek alarak, en güzel gerdan kırma hareketleriyle, kalça sallamayı sağdan soldan attırarak bir oryantel kıvamına gelir, sonrasında millet "ölümü gör otur artık yaw..." demeye başlar ki düğün biter.. İşte bazen olanların önüne geçemiyor insan. :))

Erkeklerin de büyük çoğunluğu bu düğünlerde oynamayı hiç haz etmeyen taraftadırlar. Onlar izlemekten hoşlanan populasyondandır.. (Oynamamalarında tabi ki hayır vardır.)
İnsanda bir kıvraklık olur, biraz esneklik. Yok, yok. Onlarda ki kıvraklık en fazla halı sahada ortaya çıkar. Bir de......... :)
Bu arada bence, erkeğin kesinlikle çok kıvrak olmayanı ama süs çiçeği gibi de durmayanı makbuldür ;)

Sonuç olarak bence düğünlerde oynanılır efenimmm.. Özellikle sevdiğimiz kişilerin düğünüyse, tarzdan imajdan sıyrılıp sadece o ana odaklanmak gerekir. Onlarla birlikte keyif almak elzemdir. Sevdiklerimiz ve onlarla geçirdiğimiz vakitlerimiz, paylaşımlarımızdır önemli olan. Gerisi heeepp oyun havası :)


Haydi kalkın oynamaya, Aaaa oturmaya mı geldikk ayooollll??

22 Nisan 2013 Pazartesi

Nasıl olsa Voltran birleşir, Esas oğlan gelir.. Rahattayız!! :)


Hahahha, Zuhahhaa, Ehuhehahu, ZAAAAA, Adsdssdhd, xD
Yazıya değişik şekillerde kocaman kocaman random kahkahalar atarak başlamak istiyorum ki, maksat "yazıda çok komik şeyler var" algısı yaratmak :)

Şimdi ben "Bizim Türk milleti" diye girizgah yapacağım ama siz isterseniz "İzmir Ahalisi" olarak da okuyabilirsiniz yazıyı. :)) (Aslında her millette eşit dağılmış bir özellik olmasına rağmen biz kendimize mal etmişiz)
Evet, cağnım güzelim memleketim diye demiyorum, ama pek bir rahatız..*-* "siktir et nasıl olsa yaparım" felsefesiyle hareket edip her şeyi ertelemeye bayılırız..Ertelemeyi ertelemek dışında geri kalan ne varsa erteleme alışkanlığı geliştirmişizdir Türk Milleti olarak..Bir kere "en verimli çalışmalar da son dakikalardan çıkar zaten" diye bir düşünceyi, genlerden genlere aktarmış ve buna körü körüne inanmışızdır. Bir bakıma haklılık payı da yok değildir. Bu son ana bırakılan iş ders çalışmaksa bende hep çok faydalı olmuştur. Bir konu günler evvelinden çalışılınca bir türlü kafaya girmek bilmezken, sınava son bir gün kala (yusuf yusuf) şıppadanak kavranır vesselam. Ayrıca, bu durum öz-güveni tazeler (vallahi bitirdim uleyn), egoyu tatmin eder (1 haftada yapılması gereken işi 1 günde yaptım, süperim), çok daha iyisini de yaparım heheyyttt (uğraşmadım, hele bi uğraşsam var yaaaa..) vs...

Tabi ki bunun aksi durumları da vardır ki, içler acısı olabilir.. Örn: Sene 2009 sabah 7 buçukta uçağım var, 5 buçukta evden çıkmam lazım, ben daha bavulumu hazırlamamışım, ''sabah erken kalkar hazırlarım'' diyerek, ertesi sabah 5'te uyanılmış,  tüm eşyalar iki ayak bir pabuçta hazırlanmış, sonuçta alınması gereken önemli şeyler unutulmuş, uçağa geç kalınmış, 2 katı fiyata yeni bir bilet bulunmuş (önceki biletin parasının üstüne su içilmiş), gidilmesi gereken yere 3 saat rötar ile varılmış, asıl orada olunması gereken saatte olunmadığı için, bir fırsat kaçırılmıştı.. Halbuki erkenden halletsen işlerini, yan gelip yatacaksın, hiç bir sorun olmayacak. Ama yoook! ("Zaman yönetimi" eğitimi verip kendi zamanımı yönetememem de ayrı bir panel konusu ona bir ara değinirim, ama benim de itici gücüm "adrenalin" Ne yapalım :])

Hadi itiraf edin hepimizde (yada birçoğumuzda) vardır bu durum, dersleri son anda çalışırız, projeleri son anda yetiştiririz, faturaları son gün yatırırız, kayıtlarımızı son anda yaptırırız, gideceğimiz önemli görüşmelere bile son anda yetişiriz, vb....
Hepimiz "su akar kendi yolunu bulur" misali yaşamıyor muyuz? O kadar ki "her şeyi son güne bırakma" sorunsalını bile bir ekol haline getirmişiz.. Sonucunda bir kaosla bile karşılaşsak, her defasında "bir daha asla" dememize rağmen, inatla yapmaya devam ederiz..

Peki hiç düşündünüz mü neden böyleyiz? Tabi ki çocukken izlediğimiz çizgi filmler ve şu pozitif düşünce olayları yüzünden.. İzledik "Voltran'ı", "He-man'i".. her bölüm sonunda tam işler kötüleştiği, tüm umutlar bittiği anda, voltran birleşir, he-man'in kılıcı güçlenir ve hep iyiler kazanırdı değil mi?.. Eeee bize de etkisi bir rahatlık, bir umursamazlık, nasıl olsa hallederizcilik oldu haliyle.. (Pozitif düşün her şey iyi olacak canısı.. :]) Eski Türk filmlerin de bile esas oğlan gelir, tüm kötüleri döver, esas kızı alır ve sonunda mutlu mesut yaşarlardı.. heyy yavrum heyy.. Tabi ki rahata bağlarız son ana kadar bekleriz.. Nasıl olsa Voltran birleşir, Esas oğlan gelir. ;)  (ayrıca çıkmadık candan umut kesilmez..)

Ama tüm bu yazının sonunda bir gerçek daha vardır ki söylemeden geçemeyeceğim.. Nedense sadece işler son ana bırakılır, içinden çıkılmadık durumlar ertelenir.. Hiç eğlencenin son ana bırakıldığı görülmüş müdür? Tabi ki görülmemiştir :)) Ayrıca, yarın 23 Nisan, neşe doluyor insan... 


Bayanlar - Baylar, Napıyoruz? Şu sıralar bende en çok dans etme isteği uyandıran bu parçayı dinlemeyi ertelemiyoruz, 23 Nisan coşkusu için de Lunaparka gidiyoruz.. (İsteyen çizgi film de izleyebilir).. :*




16 Nisan 2013 Salı

Aslı ile "Formda Kal" Yada Kalma.. İşte Bütün Mesele Bu! :D


Efendim yaz yaklaşıyor, malum fazla kilolarından şikayetçi bizim er kişiler (kadın-erkek) bütün kış homini gırtlak yiyip, tam şu vakitler "hemen zayıflayacağım" hırsıyla 8-9 aydır evde tuvalete kalkmaya üşenirken, haydi spora gidilmeli diye spor salonlarını zengin ediyorlar ya.. Bende bir formda kal yazısı yazmasam çatlarım dedim.. Birde mezuralı meyve fotoğrafı ekleyince tam oldu. (Çooookkk faydalı bir insan oldum çookk ) :D

Şimcikk öncelikle şu formda kalmak neymiş ondan bahsedelim..
Hepimiz biliyoruz ki bizim millet 3 gün üst üste spora gidince, sanki ömrü boyunca spor yapıyormuş gibi havalara giriverir. Hemen diet kola kucaklanır, kibrit kutusu büyüklüğünde peynir (o kısmı hala anlamış değilim benim kibrit kutusu, kalem kutusu kadar :]), 3-4 zeytin, kepekli ekmek, şekersiz çay (şekersiz çay mı olur yeaa tıpkı gazsız kola gibi), tuzu kes, mısır gevrekleri de süpermiş, bla bla... olayına hızlı bir geçiş yapılır.

Ama gerçekte durum böylemidir?? Tabi ki ona da kendimizce bir çözüm üretmişizdir hemencik :))
Bizim sporcu şahsiyetler sabah diyeti usulünce uygularken, öğlen 4 tane yeşil elma yiyip spora gider.. Tabi koşu bandında baygınlık geçirince akşama 1.5 buçuk porsiyon iskenderin yanında diet kola sipariş eder. (kurtarıcısı diet kola lütfen yaniii..)
Artık her yerde ne kadar da harika bir yaşam sitili olduğundan bahsetmektedir. Markete gidip elini attığı her ürünün arkasındaki besin değerlerini sanki anlamış gibi yaparak sepetine dolduruverir..
Ortamda ki en büyük konu da ne kadar fit bir kişilik olduğu üzerinedir... Bu kişiler Erkekse, olmayan baklavalar varmış gibi " - Oğlum görmüyonmu şurda ki çizgiyi", kadınsa, bel bölgesinde ki simitler " - bak azcık bi fazlalığım var, onu da 2 haftaya kalmaz veririm ayol" şeklinde ki cümleleri defalarca tekrarlayarak etraftaki normal kişilerin de beyinlerini yemektedirler.. (Ayrıca, siz pasta-börek yerken suçluluk psikolojisine sokup size de işkence ederler bunlar. aahh ah!!)

Hal böyleyken benim "Formda Kal" listemde ancak şunlar olabilir;

Arkadaşlar bir kere bütün bu, bilmem kimin çok geçerli diyetleri, gazetelerin, dergilerin sayfa sayfa "ünlü kişi şöyle zayıfladı" haberleri hepsi günümüz medyasının, popüler kültür ikonlarının pompaladığı güzellik anlayışının ürünüdürler. (bkz: Biscolata erkekleri ve Victoria Secret Mankenleri)
Tabi ki sağlıklı olmak zinde olmak çok önemlidir, iyi birşeydir.. Ama bu yemeğe gittiğiniz de, iki lokma alıp "ayh, ben çok doydum, yiyemeyeceğim" deyip, aslında açlıktan baygınlık geçirmek değildir yavrum evladım (midenin gurultusu buraya kadar geldi bak)

Her şey düşüncede başlar kuzukelebeklerim!!
Düşüncede derken, öğlen Burger'de büyük seçim yapıp, akşam da şampiyon menüyü tek başına mideye indirip "ben düşündüm kilo almıyorum" deyince sihirli değnek değecek demiyorum..
Düşünce derken, kendini tanıyıp her şeyi sağlık açısından normal seviyelerde uygulamaktan, kafayı çalıştırmaktan bahsediyorum..

Vee lütfen artık sadece dış güzelliklerinden başka bir şeye yatırım yapmayan tipler gibi, genel kabul gören dış görünüşü korumanın, dünyanın en önemli işi olduğunu zannetmekten, sırf bunun için gereksiz diyetler yapmaktan, spor salonlarında bünyenize eziyet edercesine koşu bandında koşmaktan, kaldırabileceğinizin
üzerinde yükleri kaldırıp kaslarınızı zedelemekten vazgeçin!.

Hemcinslerinizi de aynı silahı kullanarak ezmeye çalışmayın.. "Ben bilmemkimden daha zayıfım", "Oğlum adonislerime kızlar hasta" tarzı cümlelerle kıyaslama gibi gereksiz atraksiyonlara girmeyin!. (sonra arkadaşlarınız kafayı yiyor, depresyona giriyor siz uğraşıyorsunuz..:])

Spor yapmak ve dengeli beslenmek, elbette ki harika, fakat bunu sadece dış görünüşünü güzel tutmak için abartılı bir şekilde uygulamak, saçma ve sağlıksızdır diyor ve bu yazıyı sonlandırıyorum!..

Şimdi düşüncede Popoları sıkılaştırıp, Baklavaları çıkardıysak dağılabiliriz :)



12 Nisan 2013 Cuma

"Allah Çirkin Şansı Versin Yeaa" Demekle Olmaz!! Asçıcık Düşün ;)


Bak Güzel kız (yada güzel olduğu söylenen kız) şu yazıyı sana yazıyorum!! Beni rahatta dinle kuzukelebeğim.
Hani güzel kızlar hep der ya "Allah çirkin şansı versin yeaaa" diye.. öylemi olsun acaba? (Bence Allah akıl fikir versin önce tabi ki)
Şimdi bize minnak bir kızkene öğretilen neydi güzel kız?
"Göster ama elletme!..", "bak ama dokunma!..", " sen güzel kızsın kafayı çalıştır gelen gelir.."
bla bla ... ve bunun gibi bir sürü nasihatler..
Ee ne oldu? Biz büyüdük. (ve kirlendi dünya) Bu arada tabii bu laflar hep hafızada. (olmaz olsun)

Sonra bir gün, çok yakışıklı olduğunu düşündüğümüz bir erkekle tanıştık ama, bakıyoruz, dokunmuyoruz. Gösteriyoruz ama elletmiyoruz. Salakta bekliyoruz, "nasıl olsa gelir". Böyle öğrendik, öyle duyduk hep, o nasihatler boşuna mı?
O gelmezse diğeri gelir, o olmadı beriki gelir! (öz güven patlamasından yalnız kalıyoruz kızlaaaar)

Amaaa bir dakikaaaaa, oda ne?
Ee o senin yakışıklı minnakkenden mıncıklanmaya alıştı, güzel güzel ablaların, sexi sexi teyzelerin "amanda ne tatlı şey..", "büyüyünce çok canlar yakacak..", "çok yakışıklı, maşallaaaah kızlar kapıya sıra olacak.." vb. türünde laflarla büyütüldü.. Tabi adamda bir ego dağları.. Beklersen gelir mi? Gelmez!
Gösterirsen ellemek ister mi? İster! (istisnalar olabiliyor)
Elletmezsen, dokunmazsan kaçar mı? Kaçar! (hemde fitçuuvvvv diye kaçar...) 
Sen adamla sadece muhabbet sohbet edeyim dersen, oda gider dişine göre hatun bulur haliyle.. (Tabi bu arada kafada evlilik hayalleri, gelinliği seçip, düğün salonuna itiraz etmişsindir, üstüne bir de "çocuğun ismi ne olsun"a geçmişsindir çoktaaaann)

Peki bu arada çirkin dediğin kız ne yapmaktadır??
Bir kere kız çirkin olduğu için hayatı boyunca cinsellik konusunda iyi olmak zorunda hissetmiştir kendini, üstüne zekaya da yatırım yapmıştır yüksek ihtimalle..
En doğruyu, en etik olanını bilmez belki ama en eğlenceliyi bilir.
Senin yakışıklıyla tanışır tanışmaz oltasına takar.. (romantik geceler yaşarlar. hayatın gerçeği)
Adam kopamaz felan.. Ahh ahh sende baka kalırsın annem.. Kıyamam! (gene istisnaları yok değil)

Bunların altında ki derin mevzuya girecek olursak.. Bence hepsi;
Evrenin özünde ki Kadın ve Erkek arasındaki "Kutsal Birliktelik" kavramı içerisinde ki, insanın varoluşundan gelen "Mutlak İkilik" yüzünden.. Çok ta kafa yorup sorgulamamak lazım sanırım..

Yine de hani bazen sokakta yürürken "oha şu çirkin kızın yanındaki yakışıklıya bak" diyorsunuz ya?
İşte bu kız o kız. Adam da o yakışıklı adam. "Allah Çirkin Şansı Versin Yeaa" demekle olmuyor Bilin istedim..




Hadi şimdi arkanıza yaslanın, şu alengirli havalar da sıcak kalın, ılık için hasta olmayın, hee bide şu parçayı dinleyin :D Öptüm! :*

9 Nisan 2013 Salı

"Kadınlar Zeki Erkek Sevmez" mi Acaba???


Bu tespiti yapan kim bilmiyorum.. "Çok doğru düşünmüşsün çocuğum, aferin.."  demek isterdim ama bu olsa olsa, buram buram aptal erkek kokan bir tespit olabilir. Sadece -he deyip geçiyorum. Bence kadınlar kendi zekalarından daha aşağısında bir erkeğe uzun süre tahammül edemezler.. (Tabi ki bu bir kişisel düşüncedir. Zira iki değişken objeyi alıp bir genellemeye oturtmakta pek zeka işi değildir :])

Kadınlar zeki erkekleri severler, fakat salt zeka yeterlimidir? Bununla ilgili ortada çeşitli söylemler dolaşmakta elbet.. Bizde küçük çaplı bir test yapmış olduk.. Dün, altı aydır görmediğim en yakın arkadaşlarımdan Ayşegül'üm geldi. O ve yeni sevgilisi ile konuşurken laf lafı açtı, konu kadınların, "zeki erkek sever mi sevmez mi" mevzusuna geldi.. Havada teoriler uçuşurken sohbete "KADIN ZEKİ ERKEK SEVER. FAKAT YANINDA BAŞKA ÖZELLİKLERE DE BAKAR" söylemi damgasını vurdu.

Peki neydi bu 'Zeka'nın yanında ki diğer özellikler..
Haydi birlikte inceleyelim :))
Öncelikle küstahlık yapıp zekasını yürüyen kibir haline dönüştürmüş müdür ona bakılır.
Ukala varlıklarıyla karşısındakini ezmeyi üstünlük olarak görüyor mu acaba? (vardı benim böyle %85 süper egodan oluşan bir sevgilim Ayşegül bilir :])
Vicdanlı ve merhametli midir? (temelde insan olmayı başarabilmiş midir yani..)
Zekanın getirdiği gücü, mütevazı bir şekilde kullanmak hem ayrı bir erdem hem de bir yerde yetenektir..
Kötü şeylere hizmet eden bir zekayı hiç bir kadın istemez kanımca.. 
Tüm bu özellikler zeka ile birleştiğinde Allah aşkınıza kim istemez ki? 
Zeka iyi vakit geçirmek için bulunmaz bir nimettir. 
Neden mizahı, sanatı, insanı seven ve anlayan zeki erkekleri sevmeyelim ki?
Her insan "ANLAŞILMAK" ister. Kadın olsun Erkek olsun fark etmez. Anlayabilmek için zeka gerekir.
Ayrıca hadi itiraf edin kim ister bir lafı kırk kere tekrarlamayı? (trip atıyorsunuz, alttan alttan laf sokuyorsunuz, ses yok)
Kadınlar küçük sürprizlere bayılır. Adam zeki olmazsa o sürprizleri hangi kafayla hazırlayıp şaşırtacak?
Benim gibi her şarkıyı kendine göre yeniden yazan bir tipseniz, 
sözlerini bilmediğiniz bir şarkıya uydurmasyon sözlerle eşlik ederken sıra kendisine gelince, nasıl komikli sözler bulup tamamlayacak? (birlikte eğlenmenin tadına doyum olmaz)
Hadi hepsini geçtim, yeni şeyler öğrenemediğin, yada öğretemediğin iki tarafa da bir şeyler katmayan ilişkiyi ne yapacaksın?

Kendi yaşantısı içerisindeki en küçük ayrıntıların bile farkına varabilen ve bunları harika bir mizah duygusuyla karşı tarafa aktarabilen erkekle konuşmak ne kadar da zevkli olur. Kandırabildiğin bir adamla geçen hayatın neresi zevkli? 

Evet kadınlar aptal ve kurnaz erkeği sevmezler. (yani aptal olan ama kendini zeki sanan, küçük hesaplar peşinde koşanını) 
Türlü çakallıklar yaparak etrafındaki insanları ve tabi ki sizi kendi çıkarı için kullanmayı, zeki olmak zanneden sinsi erkekleri sevmezler. (Bu tip bir adam da vardı hayatımda, artık yok çok şükür ;])
IQ su yüksek olan ama sosyal zekası ve duygusal zekası gelişmemiş erkekleri sevmezler.
Başkalarının mizah zekasını kullanarak zeki görünmeye çalışan ama kendisi zekice tek bir espri yapamayan erkekleri sevmezler.


Özetle, senin de fikrini soran, birlikte paylaşabileceğiniz şeyler üretmeye çalışan erkek, "Zeki Erkek" tir. Zeki erkek eğlenceli, yaratıcı erkektir. Zeki erkek yada zekanıza uygun erkek candır. 
(Burada bahsedilen "kadınlar" da,  parmağında oynatacağı bir kuklaya ihtiyaç duyan kadın değildir. Nettir!!)

En vurucu cümle de zeki bir erkek olan Kerem'den geliyor "Kaliteli Kadın Zeki Erkek İster arkadaş!" Alkışlar Kerem'e :)) He bu arada kimse üzülmesin, her tencerenin kendine uygun bir kapağı bulunur elbet Kuzukelebeklerim:):)

6 Nisan 2013 Cumartesi

Sahibinden, Çok Hatırası Olan 2. El Şarkılar..


Ben eskiden çok severdim.. yine de sevebilirdim.. Lakin şimdi, asla bedelini ödeyemeyeceğim bir suç gibi..
çok büyük bir intiharmış gibi geliyor..
İliklerine kadar sevmekten bahsediyorum, ibadet gibi, mucize gibi, dikey ve yatay sevgiden bahsediyorum,
o dillere destan sevgiden, hani karşı cinse duyulanından, adına AŞK denileninden..
Artık kedi gibi benim sevmelerim.. kedi diyip bağrınıza bastığınız anda aslan kesilip tüm hayatınızı paramparça
edebilecek kadar pervasız olan cinsinden..

Vee uykudan uyanıyorum.. (Aayy kendimden korktum)
Sonra da o his geçsin diye bekliyorum.. Huzursuzum..

"İnsan iç huzura doyduğu anda hayatı anlam kazanır. Gerisi halledilebilir şeylerdir." derdi bir hocam..
Peki bu duygularla hangi iç huzurdan bahsedilebilir ki.. En sevdiğim şarkılar bile huzursuz artık be..
ikinci el şarkı hepsi, sahibinden çok hatırası olan, üzerine hayal kırıklığı sinmiş..
Her hatırayı satmaya kalksam Kaç para eder ki?

5 Nisan 2013 Cuma

Bana Biraz Renk Lazımdı, "GECENİN SİYAHI" nı Seçtim *-*


Aslında bu yazıyı dün gece yazdım sayılır ama yayınlamadım.. Nedeninden tam emin değilsem de, sanırım bana biraz RENK lazımdı.. Şöyle kırmızı ve turunculardan enerji alıp, mavinin huzuruna boğulmalıydım. 
Ve bütün gün her türlü renge büründüm, kendimi tamamladım.. yazıyı da tamamladım.. (hiç öyle boş gözlerle bakmayın renkler çok önemli)
Çocukluğumdan beri "Sarı" rengin müptelası olduğumu söylesem yalan olmaz. (anneme göre sarı bana hiç iyi gelmiyormuş.) Yine de uğurlu rengim bildim bileli "Asi ve Melankolik Mor"dur. Bu rengin, burcumun uğurlu rengi olması bir yana, beni derinden etkilediği çok doğrudur. Gerektiğinde öylesine dinginleştirir, ve tam yerinde anarşistleştirir. Fakat son zamanlarda bir uğurlu rengimin daha olduğunu düşündüğüm vakitler sıklaşmaya başladı.. Hangi renk mi? 
tatatattaaaammm veee karşınızda yeryüzünü dahice örteeeeeennnn;
"GECENİN SİYAHI"...  (Sizi de etkiledi. Hadi itiraf edin :])
Gece olup ta tüm biçimler silindiğinde ve günün hareketli yaşantısı yerini düşünceye bıraktığında, işte tam o zaman "Gecenin Siyahı" hemencik imdadıma yetişiyor benim.. (şimcik olduğu gibi :])
Özellikle son zamanlarda daha da çok fark eder oldum bunu.
Hem her şeyi yeniden doğurabilecek güçte, hem her şeyi gizleyen ve örten bu siyah sayesinde içgüdülerim tavan yapıyor yahu.. Ayrıca sanki varlığımın derinliklerinde ki en ince ayrıntılara ulaşıveriyorum bir çırpıda.. Baksanıza şu saatte İlham perilerim bile başucumda (tamam biraz abartmış olabilirim)
Tabi ki bu durumda siyah renk kadar gecenin de hakimiyeti gözardı edilmemeli.. Bu SİYAH ve GECE ikilisi
ruhsal düğümleri çözme konusunda sarmaş dolaş dans ediyorlar adeta, hemde fazla cesurca.. 
Mesela şu an yaz gecelerini düşünüyorum da, (son zamanlarda çok sık düşünür oldum) düşünmek bile kanımı hızlandırıyor.. (Birde o an geldiğinde görün beni siz..) 
Hele bir de böyle çok hafif tatlı tatlı esen rüzgar eşliğinde ise, o gece.. (oooff ooff diyorum )
Hani şu tellikavak ağacını bilirmisiniz? Hafif bir yaz rüzgarı tellikavağın yaprakları arasından esip geçtiğinde, 
küçük çıngıraklar çalıyormuş gibi ses verir. Heh işte ben de o telli kavaklar gibi olurum o geceler de.. 
neşeli bir melodiyle dolanırım her hücremde.. 
Şimdi siyah ve gece dedik ya, yanında en şiirselinden bir dost, bir de iksir niyetine Sea Breeze aldık mı değmeyin keyfime :)
Madem renkten girip, geceden çıkıyoruz bu yazıda size bir de kıyak geçeyim diyorum..
Alın size en şukelasından Sea Breeze tarifi kuzukelebeklerimm :)..


Malzemeler
  • 5 cl Frambuaz Votka
  • 6 cl Greyfurt suyu
  • 4 cl Cranberry (Yaban mersini) suyu
  • 2 dilimlenmiş lime

Dilim limelar, shaker içinde ezilir. Küp buzla birlikte tüm malzemeler ilave edilerek çalkalanır. Bardağa boşaltılarak servis yapılır. (Yaratıcılığınıza bağlı olarak süslenebilir) Afiyet Olsun!! 

Bir kıyak ta kanınızı kaynatacak bu şarkıdan gelsinnn. http://youtu.be/YXMvN_RuxQk
Şimdi gel de Siyah ile Gece arasında ki bu ilişkiye büyülenme :))

2 Nisan 2013 Salı

İnsan, hiç tanıyamadığından ayrıldığında BÜYÜR ÖLENE KADAR..

Kandırılmış olmak en çok ta bile bile inanınca acıtıyormuş.. Ve bildiği halde kandırılmış olduğunu tam anlamıyla idrak ettiği an "BÜYÜYOR" muş insan!!

Kişinin büyüdüğünü anladığı an, nasıl bir andır? Hep merak ederdim. Ne olur da artık her şey değişmiş gibi olur? Hangi hisler dibe vurdurur ve/veya göklere çıkarır? Neyin peşindesindir veyahut nelerden vazgeçmişsindir? Sorular, sorular, sorular ve yine sorular...

Kişinin büyüdüğünü anladığı an, böyle bir sürü cevapsız sorunun biriktiği an olabilir.
Belki de adınıza telefon, elektrik, su, doğal gaz faturalarının, kredi kartı ekstrelerinin, kapatma ihbarnamelerinin gelmeye başladığı andır. 
Mesela çocukken dinlediğiniz, okuduğunuz ve ezbere bildiğinizi sandığınız masalların sonlarının, karakterlerinin unutulduğunu veya tüm o masalların artık anlamsızlaştığını düşündüğünüz an da olabilir.
Bazen de cnbc-e ekonomi kuşağında söylenen şeyleri anlamaya başladığınız yada gazetelerin ekonomi sayfalarını okumaya başladığınız andır.

Artık evlenmeniz gerektiğini anladığınız anda olabilir, yada "çoluğa çocuğa karışmalısın evladım yaşın geldi" söylemlerinin sıkça arttığı andır (kesin/net :])
20 yaşına kadar: "yolda sağa sola bakma, düzgün git emi!" diyen büyükleriniz, 30 civarı: "biraz bak artık sağına soluna, koca bulamıycan yoksa" demeye başlarlar..

özetle hepsi iç burkar, yürek acıtır!

Yine de en acısı... 
Değer verdiğiniz şeyler gittiklerinde onlara yüklediğiniz anlamların altında kaldığınız andır. İştee asıl o an büyümüşsünüzdür! Özellikle de İnsan, hiç tanıyamadığından ayrıldığında BÜYÜR ÖLENE KADAR..

  http://youtu.be/y7C8Bu5Kq7o



Murat Dalkılıç'ın Lüzumsuz Savaş parçasında dediği gibi "...Büyümeyecektik itiraf et hadi.." :*

1 Nisan 2013 Pazartesi

Çakma şafak vakitlerinde, ÇAKALLARLA DANS...

Şu son birkaç günümün ana teması, yolunu kaybetmiş duyguların gel-gitleri arasında ki sıcak temas...
Bu da nesi ki demeyin dostlar.. Ben bildiğiniz zıtlıkların birliğiyim. Bu her manada böyle..
İki bilinmeyenli denklemler gibi.. birini bulunca diğer yönüm kayboluyor gibi.. gibi gibi...

Şöyle daha açıklayıcı olabilir belki; (özellikle astroloji tutkunlarına göre) Şimdi ben YAY burcuyum..
yükselenim Oğlak, ay burcum da Akrep.. Ateş-Toprak-Su.. Öyle baskınlar ki bunlar, özellikle Ateş/Su eşit oranda hüküm sürüyor üstümde.. hepsi birbirinden rol çalıyorlar, üstünlük taslıyorlar.. Aralarında ittifak yaptıkları da oluyor ara ara, o zamanlar pek bir keyifliyim.. Ama ekseriya çatışma halindeler, bu da bünyede anafora sebep oluyor haliyle.. (Kaçık yanım buradan geliyormuş, öğrendim) Bazen öyle bir başkaldırı oluyor ki aralarından birinde, bende o yöne gidiyorum istemsiz.. (böyle böyle deliye çıkıyor insanın adı herhalde)
Haritamda ki konumlara göre yarı YAY, yarı AKREP karakterim varmış.. (diğerleri ne işe yarıyor meraktayım) Ufku geniş, cömert, maceraperest ve optimist Yay ruhu ile, dramatik, gizemli, şüpheci ve sansasyonsever Akrep ruhu arasında ki gel-gitler yüzünden bir türlü huzura eremiyormuşum be canlarrr...

Gel gelelim şu sıralarda ki halime tavrıma... Tam bir saatli bomba gibi dolanıyorum etrafta. nerde patlayacağı belli olmayan cinsten.. (inşallah içimde patlamaz :] ) Arzulu-sabırsız-beklentili-hırçın-gergin-melankolik-mutlu-TUTKULU.. vb duygularımın soluk kesen bir ilişkisi var ve tam da bu yüzden "hava ne kadar güzel, hayat ta pozitif lay lay lom.." yöntemini denesem de bana mısın demiyor şu sırlar.. Resmen çakma şafak vakitlerinde, ÇAKALLARLA DANS eder gibiyim... İyi ki de bana iyi gelen birkaç dostum var. Onlardan en güneş gibi olan Melike'nin bana söylediği gibi "Az biraz matem iyidir. Bahar bize de uğramadan gitmez" sözüne bağladım umudumu.. İNŞALLAAHH!!

O harika dostumun şu sıralar dinlemeden edemediği bir şarkıyla yazıma son veriyorum efenimm  http://youtu.be/A4MXwsPRYvc ağlamadan dinleyiniz... 

31 Mart 2013 Pazar

Cehennemde ki Lolipop :)


YAS’ın 5 aşaması vardır der psikoloji bilimi; İNKAR, KIZGINLIK, PAZARLIK, DEPRESYON ve KABUL …
Sanırım 4. aşamasındaydım. Bir şişe sek votka ve göz yaşları ile "bunları yaşatanı tanıdığım güne lanet olsun" modundayım.. Aslında ben 5. aşamayı da geçtim ama 4. aşamayı pek bir benimsedim geri döndüm..
( Arada bir 2. aşamaya dönmüşlüğüm de vardır hanii  )
İnsan cennetin kapısından girmek üzereyken, hiç ” Cehennemde de lolipop dağıtıyorlardı ama” diye gerisin geri gider mi? Ben gidiyorum.. (o şekilim işte..;) )

Şimdi.. İstisnasız sürekli yeni bir şeyler öğreniyorum aylardır.. Bu kadarını da yapmaz dedim. Yaptı!.. 
Öğrendikçe, "daha da fazlası olmaz herhalde" dedim. Oldu!.. 
Ve dönüp muhattabım olacak kişiye "NEDEN" diye sormuyorum da hiç.. 
Çünkü hayatımda duyduğum zararlı şeylerin neredeyse hepsini, bu kelimeyi o insana yönelttikten sonra duydum. 
Sormuyorum, çünkü; Sürekli yalan söyleyenlerle, arada bir beyaz yalan söyleyenler arasındaki farkı öğrenmek için çok yalan dinledim! 
Şimdi ben "neden" diye sorsam, hayatı yalan olmuş biri, bana ne anlatsa nafile. 
(Ben dönmeyim de geri kimler dönsün!!!)
Bir de yemeğine yalan sosu katmış, üstüne yalan parfümü sıkmış, yalanın gölgesinde yürüyen ne çok insan varmış etrafımda yaaaw.. İçimdeki güvensizlik o kadar büyüdü ki siz " yalancılar " yüzünden. Sevildiğime bile inanamaz oldum sayenizde. Sözüm meclisten dışarı..;)

Ehh işte bende ara ara böyle cehennemime geri dönüyorum lolipopumu yiyip susuyorum :)
Siz siz olun votkayı sek içmeyin efenimmm... He bide altta ki şarkıyı çok üst üste dinlemeyin :)